25 Kasım 2011 Cuma

Eyüp

Bu yazıda 2 kişiden bahsetmek istiyorum size, ikisinin de adı Eyüp.


1. Eyüp, 4'ü erkek 5 çocuğu olan Karslı bir ailenin 2. büyük evladı. İlkokulu birleşik eğitim veren bir köy okulunda bitirmesi bile mucizeyken, azmedip ortaokul ve liseyi de Kars'ta tamamladı. İdealleri ve hayalleri vardı. Düzenin çarpıklığına bir tepkisi, aklında fikirleri vardı. Yılmadı, çalıştı. "Mülkiye" olarak da bilinen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazandı. 4 sene boyunca iyi derecelerle sınıfları birer birer geçti, arkadaşları arasında sevildi ve sivrildi. Öğrenci Konseyi'ne başkan oldu. Bir gün okullarına Süleyman Demirel'in geleceğini duydu. Bilinçli ve tepkiliydi. Ama yine de bir şey yapmamaya karar verdi. "Son dönemim, bitirmemi de verdim, bir stajım kaldı. Onu da tamamlayayım o zaman çıkarım karşısına" diye düşündü. Kendine hakim olmaya çalışıyordu. 


Bazen içinize bir his doğar, ne olduğunu anlamazsınız ama bilirsiniz bir şeyler olacağını. O gün de Eyüp için öyleydi. İçi kıpır kıpır ediyordu. Demirel'in konuşma yaptığı salon hınca hınç doluydu. Destekleyenler alkışlıyor, tezahüratlar yapıyor; protesto edenler de ıslıklayıp tepkilerini gösteriyordu. Eyüp arkadaşlarının "hadi sen de sor  bir soru, göster gününü" gazlamalarına tepki vermiyordu. Derken soru sormak isteyen birine elden ele uzatılan mikrofon bir anda onun eline geldi. Belki bilerek belki de içgüdüsel olarak ayağa fırladı. 


"Bu ülkeyi 1. yönetişinizde ne verdiniz? 2. yönetişinizde ne verdiniz? 3.,4. seferlerde ne verdiniz ki, 5. kez başbakanlığa talip oluyorsunuz? Bir insan bir hatayı 1 kez yapar, 2 kez yapar, 5 kez de yapmaz ki."


Salonda kısa bir sessizliği büyük bir gürültü takip etti. "Helal olsun"lar ile "Yuh"lar birbirine girdi, salondaki karşıt görüşlü öğrencilerin kendileri gibi. Güvenlik görevlileri Demirel'i Rektörle beraber dışarı çıkarırken, Eyüp'ü de kolundan tuttukları gibi Dekan'ın odasına götürdüler. "Bu yaptığın kabul edilemez, hemen disipline sevkedeceğiz seni" dedi Dekan. "Yapmayın, etmeyin" demedi. İdealist olduğu kadar dik kafalıydı da çünkü. "Bana bunu yapmaya hakkınız yok. Sırf düşündüklerimi söyledim diye beni disiplin kuruluna yollayamazsınız" dedi. Devir yapılamayanların, yapılmaması gerekenlerin yapıldığı devirdi. "Gör, bak" dedi Dekan yüzünde sinsi bir ifadeyle. Çok sinirlendi, "Bu kafayla daha çok yaşamazsınız" dedi. Dediği an pişman oldu belki ama laf ağızdan çıkmıştı bir kere. "Atın bunu dışarı" diye bağırdı Dekan.


Olayın üzerinden bir hafta geçmemişti ki arkadaşlarıyla kahvaltı ederlerken, içlerinden biri "Hass.ktir" dedi, "Dekan'ı bıçaklamışlar!". Zaman karışık zaman tabii ama son günlerde Dekanla bir husumet yaşayıp, onu tehdit eden kim vardı; Eyüp. Apar topar gözaltına alındı, nezarette bekletildi uzunca bir süre, güzelce(!) sorgulandı. Tüm bunlar olurken üniversite yönetimi, ışık hızında okuldan attı Eyüp'ü. Çok da uzun olmayan bir süre sonunda gerçek suçlu bulundu ama iş işten geçmişti Eyüp için. Demirel'e yaptığı "saygısız ve utanmaz" davranışı ile Dekan'a savurduğu tehdit, kararın onanmasına ve örgün eğitimle ilişiğinin kesilmesine yetti. Hayallerini, umutlarını, halk ve millet için yanıp tutuşan kalbini alıp terketti Ankara'yı, daha da gitmedi.


2. Eyüp yağız bir delikanlıydı. 18'inden sonraki her yazı, eli ekmek tutsun, ailesine bir katkısı olsun diye çalışarak geçirirdi. Klasik "bir ustanın yanına girsin, hem işi öğrensin, hem de ticareti" mantığıyla çalışıyordu ama yöntemi biraz farklıydı. Çevrede yeni başlayan ya da devam eden şantiyelerden biriyle anlaşıyor, bir tane de işi bilen demirci kalfası bulup, bu şantiyelerin demir işlerini yaptırıyordu. Kalfayla 4 liraya anlaşıp, işverenden 5 lira alıyor, aradaki fark da cebine kalıyordu. 


Gel zaman git zaman, bazen adam eksikliğinden, bazen laf olsun diye bir ucundan tuttuğu demir işini öğrendi, hem de iyi öğrendi. O kadar ki, kardeşlerine, kuzenlerine, köylülerine de öğretip kendi ekibini kurdu. Artık başka kalfa aramıyor, kendisi demirci kalfalığı yapıyordu, hem de iyi yapıyordu. O kadar ki, işverenlerinden biri vasıtasıyla Rusya'da bir şantiyeye gitti ekibiyle. Oradaki şantiyede yaptıkları iş beğenilince Tataristan'da başka bir projeye geçtiler. Orada bir kızla tanıştı. Gencecik bir İngilizce öğretmeniydi kız. Evlendiler. Rusya'daki işler tamamlanınca, Eyüp'ü ve ekibindekileri de sıla hasreti sarınca döndüler Türkiye'ye. Eşiyle annesi de geldiler. Eyüp Kars'a dönmedi, İstanbul'da kurdu düzenini. Eşi de özel bir okula girdi İngilizce öğretmeni olarak, Türkçesini de ilerletti. 2 de çocukları oldu. Eyüp İstanbul'daki şantiyelerde demir işleri aldı, büyük işler. Artık herbiri birer kalfa olmuş kardeşleriyle idare ettiler bu işleri.


Derken geçtiğimiz Şubat ayında gazetede bir haber okudu 2. Eyüp, "25 Şubat 2011 tarih ve 27857 (Mükerrer) Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6111 Sayılı Kanun'un 173. maddesinin geçici 58. maddesine göre terör suçundan hüküm giyenler hariç, üniversitelerden her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilenler ile bir programı kazandıkları halde kayıt yaptırmayanlar, Kanunun yürülüğe girdiği 25 Şubat 2011 tarihinden itibaren 5 ay süreyle öğrenimlerine tekrar başlayabilmek için ilgili ilgili oldukları Üniversite Rektörlüklerine başvurabilirler.". Bir daha okudu, yetmedi tekrar. Yıllar sonra, 2. Eyüp'e yeniden 1. Eyüp olma şansı verilmişti. Gözleri parladı. 21 yıl önce Ankara'dan ayrılırken valizine doldurduğu, ama hiçbir zaman bir kenara atmadığı hayallerinin, umutlarının üzerindeki tozu üfledi bu haberle. Kalbi zaten hep halkın ve milletin haliyle alakalıydı ama yine eskisi gibi tutuşmaya başladı. 21 yıl önce küstüğü Ankara'ya döndü. Kovulduğu okuluna başı dik bir şekilde girip yaptırdı kaydını. Bir stajı kaldı, onu da tamamlayınca hep istediği gibi siyasete atılacak Eyüp. Ha bu zamana kadar da yapardı siyaseti aslında, hatta şu anda yapanların alayından da iyi yapardı ama üniversiteden atılmış olmanın hüznü ağır çöktü hep omuzlarına, boynunu büktü, yapamadı. Ayrıca her işi, onun okulunu okuyanların yapması gerektiğine de inanmıştı Eyüp. 
Artık başı dik ve hep olduğu gibi gururlu girebilir siyaset sahnesine. 


İşte, daha yeni tanıştığımız bir gün gelip "Şefim, Simyacı'yı okudunuz mu siz?" diye sorup aklımı hoplatan, Marksist teorinin eksikleri nelerdir, Sosyalizm neden çökmüştür, sosyal devlet nasıl olmalıdır konularında ders verecek derecede bilgili, üniversite okumuş demirci kalfası Eyüp'ün hikayesidir bu.


İster istemez bir soru canlanıyor aklımda; bir ömürde kaç hayat yaşayabilir insan?