24 Aralık 2010 Cuma

Ali Sami Yen'de küçük bir çocuk

Ali Sami Yen'e veda etmek üzere olduğumuz şu günlerde, ben konuya Ali Sami Yen'deki ilk maçımla girmek istiyorum. İçimden iyimser bir his; sanki orası hiç yıkılmayacakmış, Mecidiyeköy ismini her duyduğumuzda hala heyecanlanacakmışız, veya e-5'ten geçerken solda o sallanan bayrakları hep görecekmişiz gibi beni Ali Sami Yen'in bugünden itibaren önümüzdeki bir ay içerisinde içinde tarih olacağı hissini düşünmekten alıkoyuyor. Garip bir rahatlık var üzerimde, Ali Sami Yen yıkılır mı lan ! Bu görüntüyü gözlerimle görmeden gönlüme kabul ettirmem mümkün gözükmüyor. O andan itibaren de hayatımın sonuna kadar yerini başka hiç bir şeyle dolduramayacağım bir boşluk olacak kalbimde. Neyse şimdilik veda havasına girmeyelim, daha onun için yazacak zamanımız var.

1993-1994 sezonu, Galatasaray destansı bir şekilde Manchester United'ı Avrupa dışında bırakıp Şampiyonlar Ligi'ne "merhaba" demiş. İlk iki maçta alınan 0-0'lık Barcelona ve Spartak Moskova beraberlikleri gruba umutla başlamamıza vesile olsa da, deplasmanda Monaco'ya karşı alınan 3-0'lük mağlubiyet işleri biraz zora sokuyor. Dördüncü maçta rakip yine Monaco. Tarih 16 Mart 1994. Annesinin ve babasının ellerinden tutarak maça gelen 8 yaşındaki küçük bir çocuğun hayatı bugünden sonra bir daha asla eskisi gibi olmayacak.

Ne yazık ki Ali Sami Yen'deki ilk maçımı arzu ettiğim kadar net hatırlayamıyorum. Belki o an duyduğum heyecandan, belki üzerinden 16,5 sene geçmiş olmasından, belki de şimdi "keşke hatırlayabilsem" dediğim detaylardan o zaman bihaber olmam neticesiyle bu maç hafızamda bir kaç kısa görüntü ve resimden ibaret. Maça annem, babam, ben ve karşı kapı komşumuzdan benzer bir üçlü olmak üzere altı kişi gitmiştik. Maça giderken evden çıkış anımızı, kapalı alt tribünün yeni açık tarafında maçın neredeyse tamamını (o tribünün tamamı gibi) oturarak izlediğimizi, önemli pozisyonlarda tribündekilerin heyecanla ayağa kalkıp bu ayağa kalkma esnasında korkunç bir gürültü çıkarmasını, arkada oturan amcanın bize sürekli çekirdek ikram etmesini ve eski açık'tan başlayan o meşhur tezahürata kapalı tribün olarak CİMBOM diye bağırmamızı net bir şekilde hatırlayabiliyorum. Maç 0-1'ken çıkmaya yeltenmiş, koridora yöneldiğimiz anda 2. golü yemiştik. Ali Sami Yen'deki ilk maçım, malesef hüsranla son bulmuştu.



Acaba maç başlarken üçlü çekmiş miydik ? Maçtan önce futbolcuları tribünde çağırmış mıydık? Maçta "sarı-kırmızı-şampiyon-cimbom" dan başka neler bağırmıştık? Kapalı'da kaç davul vardı ? Sette kimler vardı ? O efsane tezahürat vesilesiyle Avrupa'dan sesimizi duymasını isteyip Monaco'ya kendini kollamasını gerektiğini hatırlatmış mıydık? Bunu bağırmıştık sanki. Sami Yen'deki ilk maçımla ilgili bütün bu detayları hatırlamayı çok isterdim, fakat malesef bu sorular benim için bir ömür boyu cevapsız kalacaklar.

Bir çok detayı eksik, genel görünüm itibariyle bulanık ve sisli olsa da bu maç için hayatımın en önemli maçı demek yanlış olmaz sanırım, zira o günden sonrakilerin hepsini bu maça borçluyum. O gün Ali Sami Yen'den çıkarken afallayıp kalmış, ne olup bittiğini belki zerre kadar bile anlamamıştım. Ama yine de içimde oraya tekrar, tekrar, tekrar gitmek için yanıp tutuşan bir his doğmuştu. Hani kulağa hoş gelen bir dil duyarsınız, hiç bir şey anlamasanız ama yine de o dili öğrenmek gelir ya içinizden, sanırım benim o gün hissettiklerimi en iyi bu açıklıyor. Ben o dili konuşmayı öğrenmeliydim, ve bunu orada öğrenmeliydim. O gün girdim, ve bir daha kopamadım Ali Sami Yen'den. Sonradan defalarca kez pişman olmuş olsanız da, beni o gün o maça götürdüğünüz için teşekkürler anne, teşekkürler baba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder