8 Mart 2011 Salı

El Secreto de Sus Ojos

Nueve Reinas yazısında listeye aldığımı söylemiştim, dün akşam izlemek nasip oldu El Secreto de Sus Ojos isimli Arjantin filmini. Oscar ödüllerinden pek hazzeden ve izleyeceğim filmleri aldığı Oscar'lara göre seçenlerden değilim, ama özellikle "en iyi yabancı film" ödülünden çok sağlam filmlerin çıktığını belirteyim, şahsi görüşüme göre Oscar'ın takip edilmesi gereken tek ödülüdür. Daha önce Ladri di Biciclette, 8 1/2, Cinema Paradiso, Z, Das Leben der Anderen ilk fırsatta akla gelen en iyi yabancı film oscarı almış ve kaçırılmaması gereken filmler. Bugün itibariyle listeye El Secreto de Sus Ojos'u da ekliyoruz.


Kısaca hikayesinden bahsetmek gerekirse emekli bir polis memuru anılarını ve özellikle meslek hayatında kendisini derinden ekleyen bir tecavüz vakasını yazmaya karar verir. Üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen hala bu olayın ve adaletin tam olarak tecelli etmemiş olmasından ötürü rahatsızlık duymakta ve yaklaşık olarak olayla aynı zamandan beri aynı birimde çalıştığı bir üst mevkisindeki ablaya hasta olmaktadır. Kitabı yazmaya başladıkça olaylar gelişir, vs.

Muhteşem oyunculuklar, son sahneye kadar düşmeyen heyecan, keyifli dialoglar filmi oldukça başarılı kılmış. Filmin isminin İngilizce tercümesi "The secret in his eyes" oluyor bu arada unutmadan söyleyelim, zaten filmde gözler gerçekten önemli bir rol oynuyor. Stadyumda geçen ve adından çokça bahsettiren sahne muhteşem ötesi olmuş, (Arjantin olur da futbol olmaz mı?) Ali Vatansever hocamın söylediğine göre bilgisayar müdahelesi mevcutmuş ama. Zaten özel efektler kullanmadan öyle bir sahneyi çekecek teknolojiye henüz ulaşamadı insan oğlu takip edebildiğim kadarıyla.

Film en vurucu darbesini ise final sahnesiyle yapıyor. Çok uzun zamandır hissetmediğim, o omurgadan başlayıp tüm vücudu kaplayan garip hissi yaşadım filmin sonunda. Hani "Saw" veya "Psycho" veya "Oldboy" un son sahnelerini izlerken açık kalan ağzınızdan "hasss..." diye gevelerken vücudunuza dalga dalga yayılan titreme gibi bir duygu var ya, dün akşam o duyguyu çok uzun zaman sonra tekrar yaşamanın mutluluğuyla uyudum akşam. Sinemayı niye bu kadar sevdiğimi bir kez daha hatırlattı bana o duygu, keşke her film aynı duyguyu yaşatabilse izleyiciye. Uzun lafın kısası sevgili okurlarımıza tavsiyem ilk fırsatta bu muhteşem filmi indirip izleyiniz, pişman olmayacaksınız.

7 Mart 2011 Pazartesi

Çarşı hani solcuydu abi?


Tribünlere siyaset girsin mi girmesin mi o ayrı konu, fakat solcu geçinen bir tribün grubunun bu yukarıdaki pankartı açmasının akla mantığa sığar yanı yok kimse kusura bakmasın. Belli bir zamana kadar Beşiktaş tribünlerinin siyasi duruşunun samimiyetine inanırdım, 2005 senesinde Kadıköy deplasmanına giderken taksi parçalama olayından beri ona da inanmıyor ve devamındaki siyasi/güncel olaya gönderme yapan her pankarta veyahut eyleme şüpheci gözle yaklaşıyordum ama bu son nokta olmuş hakikaten.

Yanlış anlaşılmasın, kimsenin siyasi görüşüne karışma niyetim yok. Herkes kendi içinde vefat etmiş bir insanla ilgili ne isterse düşünebilir, hiç umurumda değil; ama solcu geçinen, ismine anarşi sembolünü koyan bir grubun tüm Türkiye'nin gözünü çevirdiği bir maçta böyle bir pankart açması komedinin önde gideni. Bu herkesi kucaklama, herkese sempatik gözükme sevdası nedir, anlayamadım gitti.

Alberto Granado

Galatasaray'ın hali ne olacak, kar ne günü yağacak, blog yasağı ne zaman kalkacak falan filan derken bu sabah ntvmsnbc'de gördüğüm bir haber beni gerçekten çok üzdü. Che Guevara'nın yol arkadaşı Alberto Granado vefat etmiş.


İzlemeyenler için Che'nin ve Alberto'nun 1950'lerde motorsikletle Güney Amerika'yı dolaşmalarını anlatan muhteşem ötesi Diarios de Motocicleta filmini de hatırlatmış olalım bahaneyle. Bir gün bize de nasip olur mu böyle bir gezi?

4 Mart 2011 Cuma

Geri döndük mü?

Tam ümidi kesmişken bir girdim açıldı site. Umarım bu saçma sapan blog yasağı son bulmuştur. Yalnız bu kapatılma olayından haberim yoktu, Erbakan'la ilgili girdiğim yazıdan üç saat sonra blogu açınca karşıma "Bu sayfa mahkeme kararı ile kapatılmıştır" yazısını görüp diğer blogların da açılmadığını anlayana kadar gözümün önünden Silivri cezaevi, Ergenekon mahkemeleri falan geçti, hafif korkmadım dersem yalan olur. Neyse umarım bir daha böyle bir sıkıntı yaşamayız.

1 Mart 2011 Salı

Badem gözlü Erbakan

Necmettin Erbakan öldü, Allah rahmet eylesin. Gazetelerde son bir iki gündür öyle şeyler okuyorum ki aklım almıyor gerçekten. Utanmasalar "cumhuriyetimizin yılmaz bekçisini kaybettik" yazacaklar, o derece. Kılıçdaroğlu'ndan Baykal'a ve neredeyse tüm medya kurumlarına kadar her kesimden "Türk siyasetinin değerli ismi" vb ifadeler geliyor.

Yaşı 20'den ufak olanları anlayabilirim, ilk bakışta Necmettin Erbakan 1990'lı yılları bebek olarak geçirmiş insanlar için sempatik bir yaşlı adam gibi gelebilir, aynen bize gerçek yüzünü öğrenene kadar Kenan Evren'in geldiği gibi. Ama işin aslı o değil arkadaşlar. Necmettin Erbakan bu ülkenin üzerine en karanlık örümcek ağlarını örmeye çalıştı. Atatürk'ün frakla çıktığı Çankaya köşküne onun döneminde cüppeli sarıklı insanlar doluştu. Türkiye'de ilk defa insanlar yüksek sesli bir şekilde "şeriat" kelimesini telaffuz etme cesaretini buldular.

Ölmüş insanın arkasından konuşmak hoş değil belki, ama öldü diye yaşarken yaptığı şeyleri unutmak samimiyetsizliğinden daha iyidir en azından.

O diil de #4 - Yunanistan

Yunanistan gezisiyle ilgili kısa kısa notları da bir derleyip toplayayım dedim, gitmek isteyenler için yol gösterici olur hem.

- Yunan alfabesi ilk bakışta karmaşık gözükse de mühendislik okuyanlar için çözmesi gayet kolay bir alfabe. Mühendislikte (bilhassa inşaatta) sık sık kullandığımız ve söylenişleri Ro, Alfa, Sigma, Beta, Mü, Nü, Lamda, Delta, Kappa, Pi, To, Gama, Omega, Theta, Epsilon (liste daha gider) olan semboller, isimlerini söylerken kullandığımız ilk harfe tekabul ediyor. Yani Ro'nun sembolü (p'ye benzer) Yunan alfabesinde R harfi, Delta'nın sembolü olan üçgen D harfi, ters bir y'yi andıran Lamda sembolü L harfi, vs diye gidiyor. Başka bir deyişle adamlar bütün alfabelerini matematiğin ve mühendisliğin içine sokmayı başarmışlar, helal olsun demek lazım. Mühendislikte bağ kuramadığım harfler de var, Y diye yazdıkları şeyi "U" diye okuyorlar. Mesela Türkiye büyük harfle TOYPKIA (Tourkia) diye yazılıyor. H diye yazdıklarını da "İ" diye okuyorlar. Normal İ de var ama, H'la farkını çözemedim. Kelime başında, ortasında ve sonuna olmak üzere üç ayrı Sigma var. Kelime başındaysa matematikteki toplama sembolü gibi, ortasındaysa inşaat mühendisliğinde kullandığımız gerilme sembolü gibi, kelime sonundaysa ise ç gibi bir şey yapıyorlar diyerek iyice kafa karıştırayım.

- Atina'ya hiç gitmedim ama Selanik ve Kavala gerçekten çok güzel şehirler. Selanik için kafadan iki günü, Kavala için bir yarım günü gözden çıkartmak lazım. Bilhassa Selanik sahil şeridi İzmir'deki Kordonboyu'nun aynısı. Gidişte ve dönüşte otobüsümüz İskeçe (Xhanti), Gümülcine (Komotini) ve Dedeağaç (Alexandrapoulos)'a uğradı, buralar da görüntü itibariyle güzel şehirlere benziyorlar, gidip görürsek daha detaylı yazabiliriz. Adaları falan da hesaba katarsak özetle güzel ve gidilip görülünesi bir ülke Yunanistan.

- Yunanistan halkında mutlaka bizde olduğu gibi bir insanı sırf başka bir ülkede doğduğu için sevmeyecek olan sağlam bir kitle vardır. Hatta bizdekinden daha fazla olabilir, neticede adamları yüzyıllar boyu yaşadıkları topraklar ve şehirlerden yollamışız resmen. İstanbul gibi yeri ben kaybetsem kırmızıyla beyazı yanyana görmeye tahammülüm olmazdı heralde. Buna rağmen en azından benim tanışıp muhabbet ettiğim ve Türk olduğumu söylediğim herkes bana inanılmaz bir samimiyet ve sıcaklık içerisinde davrandı. Bilhassa yaşlı insanların, Türk olduğunuzu duyunca yüzlerinde oluşan ifade çok şeyi anlatıyor. Özlem, hüzün, mutluluk, ne ararsanız var.

- Yunan kızları malesef Türk kızlarına göre güzellikte bir adım öndeler. Türkiye'de çana CC verirsek, Yunanistan'da (en azından Selanik'te) çana BB düşüyor. Zaten düşündüğünüz zaman burada da güzel bir kız görünce "göçmen mi acaba" diye düşünüyoruz ya, o göçmenlerin ana yurdu orası işte. Ayrıca kanımca dünyanın en güzel insan ırkını barındıran Bosna Hersek-Sırbistan-Makedonya gibi ülkelere fiziksel olarak bizden daha yakın olmaları gen havuzunu bir nebze daha güzelleştiriyor. Huylarını bilemeyeceğim ama, tabi günün birinde şöyle detaylı bir Yunan kızları raporu yazabilecek birikime sahip oluruz inşallah !

- Yunanistan'da kredi kartı olayı ciddi bir sorun. Bir çok yerde kredi kartı geçmiyor, ve bu benim gibi nakit taşmayı pek sevmeyen bir insan için büyük sıkıntı doğurdu. Hostele, yemek yediğim neredeyse her yere, atkı aldığım dükkana vb bir çok yere nakit ödemek zorunda kaldım. Üstelik döviz bürosu bulmak çin işkencesi, koskoca Selanik'te bir veya iki tane görebildim. Onlar da saat 4'te kapatınca son gün dımdızlak ortada kalıp, akşam yemeğini Paok stadında 1€'ya satılan leblebi-fındık ikilisiyle geçirmek zorunda kaldım.

- Yunanistan'a gitmeyi düşünen varsa mutlaka oradan kontörlü bir hat alsın kendine. Cosmote, Wind, Q yazan gördüğünüz herhangi bir dükkana girip derdinizi anlatın, pasaportunuzun yanınızda olması yetiyor. 3 gün boyunca Türkiye ve Yunanistan içi bir çok görüşmeyi hattı alırken verdiğim 3€'luk ücret dahilinde gerçekleştirebildim. Hatta son gün daha sınırı geçmeden milleti taciz etmek ve kontörlerimi bitirmek için Yunan hattıyla Türkiye'de ne kadar arkadaşım varsa abuk subuk mesajlar attım (cevap veren olmadı ne yazık ki) ama yine de bitmedi kontörlerim. Hayatımda harcadığım en bereketli 3€'ydu.

- İpsala sınır kapısından Yunanistan'ın en batı noktası olan Igoumenitsa'ya kadar Avrupa Birliği projeleri kapsamında muazzam bir otoyol inşaa etmişler, ismi Egnatia Odos. Bu güzergahı çok küçükken ailecek bir kez daha yapmıştık, o zamanki virajlı dağ yollarında helak olduğumuzu gayet net hatırlıyorum. Dağları delmişler, viyadükleri döşemişler, nefis bir yol yapmışlar. Igoumenitsa'nın önemi, İtalya'ya kalkan feribotların bulunduğu liman olması. Benim gibi uçağa binemeyen bünyeler için kendi arabasıyla sabah İstanbul'dan yola çıkıp akşam Igoumenitsa'da (yaklaşık 1000 km) ve dolaysıyla bir ertesi sabah Italya'da olmak mümkün. Yapılır mı, neden olmasın !