22 Ocak 2011 Cumartesi

Bir Varmış, Bir Yokmuş

Buradan çok farklı bir diyarda, çok köklü ASLAN gibi bir spor kulübü varmış. Günün birinde bu kulübün idarecilerinin aklına kendilerine çağın standartlarına uygun, büyük kapasiteli, kaliteli ve kulübe yaraşır bir stad yapma fikri gelmiş. Bu aslında bir hayalmiş, zira kulübünü içinde olduğu ekonomik durum dolayısıyla bu isteklerini hemen hayata geçirememişler. Bu düş defalarca rafa kaldırılıp daha sonra yeniden gündeme getirilmiş. Her başkan adayı, her seçimde bunu malzeme olarak kullanmış. Koskoca kulüp bu olaydan dolayı alay edilir hale gelmiş. Neyse, gel zaman git zaman, en nihayetinde stadın yapımı işine girişilmiş.

Bu büyük proje için şöyle bir plan hazırlanmış:
- Kulüp yeni stadı tamamlanana kadar eskisinde maçlarını oynamaya devam edecek, bu esnada ihaleyi alan firma yeni stadı yapacakmış.
- İhaleyi alan firma, yeni stadın inşaası boyunca, o ülkenin en güçlü devlet kurumlarından biri olan ve arazinin de sahibi konumundaki merciden hakediş namına bir para almayacak, projeyi kendi özkaynakları ile tamamlayacakmış.
- İhaleyi alan firma yeni stadı bitirip teslim ettikten sonra, eski stadın arazisini teslim alacak ve üzerine ruhsat ve şartnamelere uygun dilediği yapıyı, yine kendi maddî kaynakları ile inşa edecekmiş.
- Eski stadın arazisine yaptığı yeni projeden elde ettiği kârdan, yeni stadın yapım maliyetini düşecek ve arada kalan meblağın bir kısmını bahsi geçen devlet kurumuna verecekmiş.

Her ne kadar altından kalkması zor gibi görünse de işin talibi çok olmuş. Ama bunların içinde biri varmış ki, babadan bu kulübün üyesi ve kulüple ilintili okulun da mezunuymuş. Kulübünü ve camiasını çok seven, adeta aşık olan, işini de iyi yapan bir MİMARmış bu. Yani aslında yapmaması gerekeni yapıp işiyle aşkını karıştırmış.

MİMAR, bu işe Amerikalı bir ortakla girmiş, ihaleyi almış ve işe başlamış. Teslim tarihleri 15 Ocak 2010'muş. Tam 165.000 m3 beton dökmüş, 41.000 ton demir bağlamışlar. Derken ortak, memleketinde başgösteren ekonomik buhranı bahane edip ortaklıktan çekilmiş ve aralarındaki anlaşma gereği yaptığı harcamayı da MİMAR'dan alıp gitmiş. MİMAR ortada kalmış, hem de parasız. Mecbur kendine yeni bir ortak arayışına girmiş. En son Abu Dabi menşeili bir firmayla ortaklık konusunda anlaşmışlar. Firmanın ortaklarından biri de, zamanında Dubai'de baş gösteren ekonomik sıkıntı üzerine Dubai Şeyhi'ne "lazımsa 30 milyar dolar vereyim" diyen Abu Dabi prensiymiş. MİMAR'a stadı bitirmek için lazım olan para ise sadece 60 milyon dolarmış.

Bu noktada devreye kanı bozuklar girmiş. Bunlar;
- koltuğundan olmamak için ruhunu satmaya razı Karaktersiz BAŞKAN,
- yakaladığı fırsatları daima değerlendirmesini ve manipüle etmesini bilen Ampul Kafa PADİŞAH,
- ve padişaha yaranmak için, onun tuvalete koduklarını ekmek arası köfte niyetine yemeye razı Padişahın KANKAsıymış..

BAŞKAN, kulübün mevcut ekonomik durumu ve saha performansı ile yeni stada geçmeyi kaldıramayacağını farketmiş. Yeni stadda iki maç oynamak kulübü iflasa sürükler, ayrıca bu kadroyla değil kombine atkı satamayız diye düşünmüş. Böyle bir durumda koltuğundan olabilirmiş. Ama o koltuğun çok değerli olduğunu biliyormuş. Zira onun sayesinde inanılmaz iş bağlantıları yapmış ve paraları cukkalamış. Tam ne yaparım da yırtarım derken, MİMAR'ın zor durumu hızır gibi yetişmiş. Gitmiş PADİŞAH'a yalvarmış ihaleyi iptal edin diye. Böylece vakit kazanacakmış. PADİŞAH da işini biliyor ya, ilerde lazım olur deyip böyle bir fırsatı kaçırmamış ve gereken talimatları vermiş KANKAsına. Önce gerekli bağlantıları yaparak MİMAR'ı kurtaracak paranın ülkeye girişini engellemiş, sonra işçilere para yedirip, provoke edip greve gitmelerini sağlamış, akabinde de MİMAR daha da zora düşünce, ihaleyi iptal etmişler. MİMAR, çalışanları, taşeronları, malzeme tedarikçileri hepsi, istisnasız batmışlar. Onlarca insan işsiz kalmış. Doğal olarak bir dolu da ah almışlar. Ve şu bilinir ah almak zararmış, çünkü kul hakkı adamı ensesinden yakalarmış.

İhale yeniden yapılmış ama eski ve yeni stad ile ilgili hükümler değişmiş ve bu iki unsur birbirinden ayrılmış. Çünkü, KANKA ve PADİŞAH farketmişler ki eski stadın arazisini ayrıca satıp daha fazla gemicik almaları mümkün olabilirmiş. Yeni stadı tamamlama işini de başka bir firmaya vermişler. KANKA kalan işi ederinin altında ihale ettiklerini söyleyerek övünüyormuş. Halbuki yeni firma tamamlanması 160 milyon lira tutacak işi, 120 milyon liraya yapmayı taahhüt ederken bir anda aradaki fark kadar Ataşehir'de nurtopu gibi bir araziye sahip olmuş. O arazide "parlak bir şey, altın gibi bir hayat, bulutlara kadar giden evler, her katta bahçeler" varmış. Bu arada yeni ihalenin teslim tarihi eski ihalenin üzerine + 1 yılmış. Yani 15 Ocak 2011.

"Yeni sezona ordayız", "Cumhuriyet Bayramı'nda localardayız", "Christmas'ta alttan ısınacağız", "Yılbaşında kırmızı donumuzla kırmız koltuğa oturacağız" derken açılış en nihayet son teslim gününe kadar ertelenmiş. Ertelenmiş ertelenmesine de, stad daha hala bitmemiş. PADİŞAH'ın yapmayı iyi bildiği "açmış olmak için açma" taktiğini kullanmaya karar vermişler. O gece kullanılacak ve görülecek ne var ne yoksa yalandan yere tamamlamışlar. Betonlar sıvasız, asfaltlar yamalı, aslanlı yol aslansız kalmış. Bunları tamamlamak için zamana ve açılışta bunların farkedilmesine mani olmak için de bir perdeye ihtiyaçları varmış. Çünkü seçim yakınmış.

Ne yapak, ne edek derken KANKA atlamış ortaya. "Ben yaparım" demiş, "onların damarına nasıl basacağımı iyi biliyorum. Onlar ki zaten elitler, eğitimliler ve bizi sevmezler. Ben onları zıvanadan çıkarırım". Gelmiş açılış gecesi. Herşey iyi kötü ilerlerken KANKA çıkmış kürsüye. Kulübün büyüklüğüne, karakterine, gelmişine geçmişine dil uzatmış, yerin dibine sokmuş koca camiayı. Yetmemiş o ülke sporunun başarılı veya başarısız oluşu tartışmalı ama en centilmen, en sportmen, en ahlaklı olduğu su götürmez merhum başkanının ardından hakaretler yağdırmış. Sevgilisine, babasına, ağabeyine, kardeşine dil uzatılan herkesin vereceği doğal tepkiyi hatta azını vermiş taraftarlar. Zaten sevmediği adamları, tüm bunlarla daha da gaza gelerek ıslıklamış, yuhalamış. Doğuştan gelen hakkını, fikir özgürlüğünü kullanmış, sadece ıslıklamış. Ne bir fiziksel müdahale, ne bir taşkınlık. Sadece iki dudak arasından çıkan hava.

KANKA sözünü tutmuş, PADİŞAH istediğini almış. Kalkmış terketmiş mekanı. Ağır abi ya. Kaldıramamış kendine yapılanı, kendine yapılmamış olmasına rağmen. Küsmüş, oynamamış. "Top benim" demiş, gitmiş. Top onun muymuş, yoksa o mu topmuş, bilen olmamış. Hiç vakit kaybetmeden oyununu oynamaya başlamış. Herkese kendini övdürmüş, gereken bağlantıları kurduğunu, gereken talimatları verdiğini söylemiş cümle âlem. Ama kimse gerçek talimatları, bağlantıları kastetmemiş. Kendi para birimi üzerinden yaptığı, kulübün yapmadığı harcamaları ifade etmiş. "Devretmem bak" demiş, "stad benim, ben yaptım, küsersem vermem". Kömür yardımı, çamaşır makinesi muamalesi yapmış koca stada. Ama dedik ya istediğini almış. Kimse ne stadın eksiklerinden, ne bitmeyen yollardan, ne çalışmayan metrolardan, ne sonsuz metro kuyruklarından, ne bozuk seslendirmeden, ne her yerdeki şantiye levhalarından, ne de stadın aslında hala daha çalışan bir şantiye olduğu gerçeğinden bahsetmemiş. PADİŞAH en iyi bildiğini yapmış. Tebasını parmağının ucunda oynatıp, istediğini düşündürtüp, istediğini konuşturmuş.

Tüm bunlar olurken BAŞKAN karaktersizi, hiç birşey yapmamış, yapamamış aslında. Çünkü ruhunu çok evvelden şeytana, pardon PADİŞAH'ına satmış, onun emrine girmiş. Bütün bir camianın tarihini, onurunu, gururunu, haysiyetini, karakterini, yani zaten kendinde olmayan özelliklerini ayaklar altına alıp ÖZÜR DİLEMİŞ, hem de taraftarı adına, kulübü adına. Yani kışkırtılan, kışkırtılmasa bile haklı olacak tepkisini en olaysız, en sade biçimde ortaya koyan taraftarı adına özür dilemiş, o taraftarın adını ağzına almaması gerekirken. Kendi koltuğu için yaptığı karaktersizliği, haysiyetsizliği, kulübe, taraftara mal etmiş.

Yetmemiş, sorumluları bulup kombinelerini iptal edeceğini söylemiş. Dişinden, tırnağından, evladının rızkından arttırıp bilet alan, kombine alanın hakkını, kendi şerefsizliği yüzünden elinden alacağını söylemiş. Adiliğe yeni bir boyut katmış.

Terbiyesizin dik alası olan KANKA'yı kulüpten ihraç edememiş, gücü yokmuş buna. Zira çoktan batmış b.ka, ağzını açacak kudreti ve hakkı yokmuş.

Yetmemiş, 1 hafta sonra çıkıp, bunları bilen ama susan, bilidiklerinden çekindiği insanları istifaya davet etmiş, kulübe adeta ambargo koymuş. Her platformda demokratikliği tartşılmaz kulübe diktatörlük rejimi getirmiş. Kendine dil uzatanın dilini kesmiş. Laf atanın boğazını düğümlemiş. Ve bu mükemmel duruşuna çeşitli yalanlarla kenar süsü yapmış:
- Şeffafım demiş, herşeyim ortada.
- Her icraatımda birinci kararım kulübün yüksek menfaatidir demiş, kendi menfaatim değil.
- Kulübü siyasete karıştırmam demiş, siyasetin üstündedir kulüp, kimse buradan siyaset yapmasın.
- Artık yeter, biraz sükunet demiş, yediğim b.klar ortaya çıkmasın.
- Ve son olarak, kul hakkı yemekten korkarım, takdire ilahiye inanırım demiş, yaşadıklarını özetlercesine.

2 yorum:

  1. eline sağlık kardeşim. benim bilmediğim bazı detayları bir Fenerbahçe'li olarak bilmen ve yazman hem hoşuma hem garibime gitti. bir kez daha içimi daralttığın için de ayrıca teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  2. ne demek selim beyciğimi lafı mı olur. Ama şu da bir gerçek ki herkes bildiklerini anlatıp, kirli çamaşırları ortaya dökmeden başta Galatasaray ve Türk futbolu bu Adnan beyler gibi koltuğa yapışan, taraftarını satan adamlardan kurtulamaz. Fenerbahçeli olsak da, aynı yolun yolcusuyuz, insanız ve de kardeşiz.. Kardeşler de aralarında geçenler ne olursa olsun birbirini kollar.

    YanıtlaSil