16 Ocak 2011 Pazar

Bülbül - altın kafes

Bugün yeni stadımıza karmakarışık duygular içinde gittim. Heyecan vardı, merak vardı, bin tane resmini videosunu görsek de yine de bir gizemi vardı, bunların hepsinin yanında içimde Ali Sami Yen'e ihanet ediyormuş gibi bir his bile vardı. Ali Sami Yen konusunda gereğinden fazla hassasım, biliyorum. Mani olabildiğim bir durum değil, böyle olmamayı tercih ederdim gerçekten.

Her neyse konumuzdan sapmayalım, stada girişte metro kullanımı gayet rahattı. Stada ulaştığımızda kendimi biraz Olimpiyat'ta gibi hissettim, ortada kocaman bir stad var fakat etrafında pek bir şey yok. Stadın etrafı yemek yiyecek veya alışveriş yapacak yer olarak epey zayıftı, sadece bir tane ufak GS Store kamyonu, bir tane GS Store minibüsü ve bir tane de ufak dükkan vardı. Bu maça özgü tek ürün olan "Galatasaray - Ajax" maç atkısı ise saat 3 gibi bütün satış noktalarında bitmişti (bir Galatasaray pazarlama klasiği). Yiyecek-içecek yer olarak içi çok kalabalık çadırımsı bir şey vardı, orası da yiyecek-içecek mekanı mı kalabalıktan giremediğimiz için tam olarak öğrenemedik fakat öyle tahmin ettik.

Stadın dışının boya badana gibi kozmetik eksiklerine rağmen stadın içi gerçekten çok güzel olmuş. Tribünler sahaya yakın, stad parça parça değil de yekpare duruyor, bol bol tuvalet var, merdivenler geniş, önünde biri varken koltuğun sırtına basarak onun omzuna çıkıp bağırabiliyorsun falan filan. Hayalimdeki bir Estádio do Bessa veya bir Luigi Ferraris gibi değil belki ama yine de 10 numara bir stad olmuş. İçerideyken kendimizi yeni stadımızda değil de Avrupa'da deplasmandaymışız gibi hissettim hep. Sağıma soluma bakıyorum, sanki İtalyanca, Almanca yazılar görecekmişim gibi geliyor.

Stadın mimarisiyle ilgili bir tek akustiğini beğenmedim, fakat bunda stadın bir kabahati yok. Ali Sami Yen Kapalısı'nda yıllarını geçiren hiç kimseyi bu stadın akustiği memnun edemez. Kuzey tribünde 3000 kişinin bağırdığı gözle görülüyor fakat karşıya gelen gayet cılız bir ses. 3000 kişinin düzenli bağırdığı bir Sami Yen Kapalısı demek bacakların heyecandan değilse bile sesten titremesi demektir. Aynı etkiyi burada yaratmak için en az 10.000 kişiye ihtiyaç var diye düşünüyorum. Yine de Kadıköy'e nazaran bir nebze daha iyi akustiği, bunu da bağıran gürühün alt tribüne konuşlanmasıyla ve stadla çatı arasındaki boşluğun Kadıköy'e oranla daha az olmasıyla açıklayabiliriz. Bugün tribünler çok kötüydü, fakat bunu da ilk maçın şaşkınlığına verebiliriz, yoksa böyle gidersek sağlam bir deplasman tribünü kendimizi kestirir bize.

Stadın çıkışında ise metroda beklenildiği gibi biraz yüklenme ve izdiham durumu var gibi gözüküyordu uzaktan. Biraz sabredip binenler rahat etmiş ama nedense bu tip heyecanlı kalabalıktan ve sıkışıklıktan hoşlanan biri olmama rağmen bu kez gözüm yemedi metro kuyruğuna girmeyi, en fazla 30 dakka sürer diyip İTÜ'ye kadar yürüyeyim dedim. Başta çok mantıklı gözüken bu çözüm otoyolun kenarındaki kaldırımın bitmesiyle kabusa dönüştü, hatta yanımdan arabalar vızır vızır geçerken hayatımdan ciddi derecede endişe ettim. Yaklaşık 50 dakikalık bir maratonun sonunda nihayet okula varıp eve devam ettim.

Özetle stad güzel olmuş, ona lafım yok. Fakat bu hikayede biz "bülbül", yeni stadımız da "altın kafes" ise, Ali Sami Yen bütün o eskiliğiyle püskülüğüyle bizim için halen "vatan", ve bana şu an sorsalar "ver bu stadı, al geri Ali Sami Yen'i" diye, bir saniye bile düşünmezdim.

İyi kızsın, hoş kızsın, huyun suyun da güzel ama gönül bu. Ben başkasını seviyorum. Belki seninle yaşamaya alışacağız, hatta belki zaman zaman birbirimizden keyif bile alacağız ama ben sana asla aşık olmayacağım. Bunu bil, beni kabul edeceksen böyle et.

Kız güzel ama ha. / Resul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder