20 Ocak 2011 Perşembe

Das Boot

İki-üç gündür sınavlardan başımızı kaldıramadık, blogumuzu ihmal ettik. Sınavların bitmesiyle beraber yavaş yavaş hayata dönüyoruz. Aslına bakarsanız bu akşam aklımda başka bir film izleyip, onunla ilgili bir şeyler yazmak vardı ama "film izlemeye hali olmamak" neymiş bugün onu öğrendim. Yine de bir şeyler karalamak istiyorum, öbür filmi de yakın zamanda yazarız.

Bugüne kadar Alman sinemasından bir kaç örnekle karşılaşmışlığım var (Das Experiment, Das Leben der Anderen, Lola Rennt, Goodbye Lenin, vs) ve şansa mı oldu bilmiyorum ama beğenmediğim bir tane bile film çıkmadı. Hepsi belli bir kalitenin üstünde tekrar tekrar izlenebilecek filmler. Das Boot filmi de diğer hemşehrilerinden geri kalmadı. Aslında bu filmi tam 3 sene önce almıştım, fakat 3,5 saate yakın uzunluğu sebebiyle bir türlü cesaret edip de girişememiştim. Bir kaç ay evvel "artık bunu izlemem lazım" diye kafaya koydum ve sancılı bir süreçten sonra oturup nihayet izleyebildim. Hakikaten böyle bir sendrom var bu arada, bazı aldığım veya indirdiğim filmleri bir türlü izleyemiyorum ne hikmetse. Tam başlayacağım alt yazısını bulamıyorum, alt yazısını buluyorum ama evden erken çıkmam gerekiyor, başka gün onu izleyesim gelmiyor falan böyle çıkmaza giriyor bazen enteresan bir durum.

Neyse konudan sapmayalım, filmi izlemeyenler ve merak edenler için kısa bir özetini geçeyim, Das Boot filminde 2. dünya savaşı döneminde bir Alman denizaltısı'nda yaşananlar anlatılıyor. Film 3,5 saat uzunluğuna rağmen heyecanı bir dakika bile elden bırakmıyor. Özellikle karakterler ve oyunculuklar mükemmel. Savaşın manasızlığından sıkılmış kaptan ve denizaltıya yeni katılan genç Alman subayının fikir çatışmaları, insanoğlunun savaş konusunda belki de yüzyıllardır sorguladığı ve sorgulayacağı şeyleri farklı ve orijinal bir bakış açısından irdeliyor. Makine fetişisti asker, karısını özleyen başmühendis, denizaltındaki savaş fotoğrafçısı gibi yan karakterler de gayet başarılı.


Gerektiği zaman günlerce gün ışığı görmeden, temiz hava almadan, daracık bir çelik tüpün içinde 20-30 tane erkekle(kız olsa neyse) savaş konumunda beklemek dünyanın en sıkıntılı ruh hallerinden birisidir diye tahmin ediyorum, film bu ruh halini oldukça gerçekçi yansıtmış hakikaten. İzlerken bile daralıyor bazen insan. Sürekli bir aksiyon hali olmasa da (aksiyon sahneleri de yeterince geriyor) yazının başında da bahsettiğim gibi film bir şekilde izleyici hiç saate baktırtmadan 3,5 saati su gibi akıp geçirttiriyor, kafasında birsürü soru işreti bırakmayı da ihmal etmiyor. Filmin sadece son sahnesinin biraz hazırlıksız ve yersiz olduğunu düşünüyorum, biraz aceleye getirilmiş bir sahne gibi geldi bana ve vermesi gereken duygu selini tam olarak veremedi. Kimbilir, belki yönetmen bunu bilerek yapmıştır; savaşın insanların hayatına bazen gayet yersiz ve onları hazırlıksız yakalayarak girebileceğini belirtmek için.



Filmin kanımca en güzel sahnelerinden biri, Manş denizinde İngiliz gemilerini arayan denizaltı'da hep bir ağızdan söylenen İngilizce şarkı sahnesi. Alman subayın tepkisine dikkat (genç subaylar rahatsız).

"It's a long way from Tipperary, It's a long way from home"

Alaaaaarm !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder